single-image

Kukla Oyunu

KISALTILMIŞ SENARYO

Mekan: Bir oda içinde bir duvar,
Kişiler: Önden gelen bir projeksiyon ışığıyla gölgeleri duvara düşen İKİ EL KUKLASI

Görüntü: Duvar üstünde ışığın aydınlattığı “aydınlık bir kare” ve bu kare içinde kuklaların gölgeleri

KUKLA 1: Muhafazakar, içinde bulduğu kareden memnun, üstün bir güce sadece inanıyor, sorgulamıyor, her gün “kulisede” mum ışığı töreni yapıyor, bu kareden ayrıldığında “cen.net’e” gideceğine inanıyor. ADI: Duran, (D)

KUKLA 2: Meraklı, sorguluyor, karenin dışını merak ediyor, “ben neyim, neden buradayız?” diye sürekli soruyor. Diğer kukla bazen bunun “inançsız” olduğunu düşünüyor. ADI: Soran (S)

1. SAHNE

D: (sürekli hareket halindedir) Oh çok şükür bir gün daha geçti.
S: Hep aynı! Hep aynı be! usta
D: Ne güzel değil mi? Halimize şükredelim.
S: (Durgun, eli çenesindedir) Yav! Duran, bu karenin dışında ne vardır sence? (eliyle kare’nin kenarlarını gösterir.)
D: Sus! Böyle sorular sorma, günaha girersin. Bizim karemiz bu işte. Kutsal ışık bizi buraya getirdi, onun dediklerini yapalım diye. Onun yarattığı şeyler sorgulanır mı?
S: Başka kareler, başka kuklalar yok mudur yani?
D: Sus! Çarpılırsın. Yaratılmış tek kare dünya burasıdır.
S: Biz kimiz? Sence
D: Yüce Işık efendimiz bizi kendi gölgesinden yarattı. O’nun gölgesiyiz.
S: İyi de usta, nasıl oluyor da biz hareket edebiliyoruz? Bana “ben” dedirten şey ne?
D: Hö ?
S: Sence biz canlı mıyız?
D: O nasıl soru be? Tabii canlıyız baksana (eline yüzüne dokunur, Soran’ın kulağını çeker)
S: Yav Duran, ben kendime dokunduğumda sanki dokunan başka biri gibi geliyor.
D: O izin vermezse hiç bi şey yapamayız. Işık kitapta “ben size böbreğinizden daha yakınım diyo”
S: Bana benden daha yakın olanı ben niye tanımıyorum ya?
D: ?
S: Aydınlık yoksa biz de mi yokuz?
D: Evet aydınlık yoksa biz de olmayız …??? sanırım
S: Ama aydınlığın olmadığı yerde de var olduğumu sanıyorum.
D: Hayal gücün şahane ! nasıl oluyormuş o?
S: Bak şimdi ben burada senle konuşuyorum, (aydınlatılmış kareden dışarı çıkar, sadece sesi gelir) şimdi de senle konuşabiliyorum.
D: He ya! Seni duyuyorum??
S: O zaman sadece aydınlık varsa var değiliz. Aydınlık olmadan da varız demektir. Aydınlık sadece görünür olmakla ilgili sanırsam.
D: Oğlum sen iyice dinden imandan çıktın: “Işık tanımaz” oldun ha!
S: Sen Işığı tanıyor musun yani?
D: eee şey! Tam olarak tanıdığımı söyleyemem, sadece inanıyorum … günaha sokma beni bee!
S: Biz gölgeysek aydınlık nedir peki? Niye aydınlık var, niye gölge var?
D: Eğer iyi bir kukla olursan cen.net’e gidersin, ancak o zaman Işığın aydınlığını anlayabilirsin.
S: Nereden biliyorsun?
D: Işık dedi
S: Tamam da! Biz gölgeysek nasıl hareket ediyoruz? Demek ki bizi hareket ettiren bi şey var. O ne?
D: töbe töbe ya! Ne biçim sorular bunlar. Tabii ki Işığımız hareket ettiriyor.
S: Eğer ben burada gölgeysem Işıkla gölge arasında bişey olmalı, gölge yapan başka bir varlığım olması gerekmez mi?
D: Ruhumuz o ruhumuz
S: Ruh mu?
D: Evet, Işığın elleri. Onun sayesinde hayat buluruz.
S: Işıkla benim aramdaki “ara yüz mü?”
D: Ara yüz ne be? Işığın bir aracı kullandığını mı ima ediyorsun? O aydınlığın tek kaynağıdır.
S: Boş ver
D: O bize hayat verdi, bu karemizi yarattı, o bizi bizden daha iyi tanır.
S: İyi de ben niye o’nu tanımıyorum ya? Daha fazlası olsa gerek.
D: Bana bak oğlum! Böyle giderse çarpılacaksın.
S: Her şeyi bize yüce Işık verdi diyorsun?
D: Evet
S: O zaman kendimi, bu kareyi, Işığı merak etme, sorgulama özelliğimi de o vermiştir.
D: Tövbe tövbe!
S: Hem merak ettirip, soru sormamı sağlayıp, sonra da çarpması normal mi sence?
D: hımmm ?
S: Daha fazlası olsa gerek. Madem yarattı neden tanışmaktan kaçınır ki? Merak edip aramazsam nasıl tanışırız ki?
D: Bi tanıştıracak kendini tam olacak ha! Kaşınıyosun seeen!
S: Merak edip soru sorabiliyorsam, bir iradem olmalı. Işık kitapta irade verdim de diyo mu?
D: Bi yerlerde diyomuş ama… tam bilemedim nerede.
S: İrade diyorsa bunun özgür olması gerekir. Özgür olmayan bir irade söz konusu bile olamaz.
D: İradeyi kendine tabii olalım, dediklerini yapalım, emirlerine, yasaklarına uyalım diye verdi o.
S: İrade verdiyse onun “özgür” olup olmamasını ışık belirleyemez. İrade varsa özgürlük de onun içinde vardır.
D: Sen iyice yoldan çıktın. Işık tanımaz !
S: Bak şöyle düşün. Eğer bir kare yarattıysan…
D: ee?
S: İç açılarının toplamının 360 derece olmasını engelleyemezsin
D: Yani ışık kuklaları yaratıp bir de irade verdiyse özgür olmalarına karışamaz ha?
S: Aynen öyle. İrade yoksa varlığımızı nasıl bileceğiz? Bilemediğimiz varlığımızın sorumluluğunu nasıl alacağız?
D: Yüce Işığım bu iyice saptı, sen beni koru bari. Bekle! Şimdi kutsal mum yakma vakti. Sen de böyle saçma sorular sormaktan vazgeç artık.
S: Tamam sen kutsama törenini yap ben düşüneceğim biraz

… (D karenin alt kenarında ellerini birleştirip sessiz durur, S hareketsiz, düşünür bir tavırda beklemeye başlar)

(D yüzünü elleriyle sıvazlayarak karenin içine girer.)

D: Fazla düşünmeee! Kafayı yersin. Bak söylemedi deme
S: Sana da garip gelmiyor mu? Varlığımın bir anlamı olsa gerek…
Hadi kalk o bize gelmiyorsa biz ona gideriz. Kalk çerçevenin dışına bir bakacağız. Çerçevenin kenarlarından sonra karanlık var, karanlıkta bir şey anlamayız. Anladığım kadarıyla içinde bulunduğumuz iki boyutun dışında başka boyut daha olsa gerek.
D: İyice sıyırdın sen ha! Boyut ne be?
S: Öyle ya! Bak! Kare’nin sağı-solu, üstü-altı var (elleriyle karenin sınırlarını gösterir)
D: Evet, işte bizim dünyamız
S: Burası bizim gördüğümüz, gözlediğimiz kısmı. Bir de hiç düşünmediğimiz, yeni düşüncelerin düşünülebildiği boyut var. Görmediğimiz ama düşündüğümüz, sezdiğimiz. Şimdiye kadar bizim hiç bakmadığımız, düşünmediğimiz başka bir yer daha var.
D: Oğlum hem kendini hem beni yakacan ha! … peki neresiymiş orası?
S: Aydınlığın yansıdığı yer! Öyleyse biz de o yere gideceğiz. Belki Yüce Işığı da buluruz.
D: Işığa “karşı mı geleceksin” yani?
S: Hayır! “Işığa doğru, dosdoğru gideceğiz”
D: Tövbe de be! Bak benim de başımı derde sokacaksın. Hem ben gelmem.
S: O zaman ben yalnız giderim.
D: Yav sen delirdin. (iç ses olarak konuşur;) “yav bu deli giderse ben yalnız kalırım”
S: Geliyor musun? Gidiyorum bak!
D: (Homurdanır;) Takıldım bi delinin arkasına, yanacaz ikimizde ha!, dur bekle ben de geliyorum… Işığımız sen bizi affet! …

2. SAHNE

Sahne: Bu kez kare bir ahşap çerçeve vardır.

İki kukla gölgesi, ışıkla belirlenmiş kareden ışığa doğru atlarlar, tahta kareden sahnenin alt kenarına tutunmuş olarak, kendilerinin yüzü sahnede görünür. İlk defa görüyormuş gibi birbirlerine bakarlar. .. Sonra çevrelerine bakarlar ve KUKLA OYNATICIYI GÖRÜRLER. Oynatan (O) da artık sahnede görünür. Hepsi şaşkındır, D korkudan titremektedir.

D: Yüce Işığım bizi affet! Ben buna uydum, benim suçum yok, cehennemde yakma beniiii, hüngürrrr.
O: Kim? Ne ışığı? Ne cenneti? Ne cehennemi?
S: Sen kimsin?
O: ne zor soru. Cevap olarak pek çok şey söylerim ama muhtemelen hiç biri yeterli olmayacak. Aslında tam olarak ben de bilmiyorum sanırım. Sizlerle, bu oyunla “kendimi anlamaya” çalışıyordum.
S: Burası neresi? Cennet mi? Sen Işık mısın?
O: Burası benim oyun sahnem. Işık mı? Ben mi? Oradan bakınca öyle mi görünüyorum? Oyunu yazanım. Ve oynatan ( ya da oynattığını zanneden) EH! Bu da beni bir anlamda Işık yapıyor sizin için. Ama Işık değilim, … İnsanım.
D: (kafası öne eğik, titremektedir. Başın hafifçe kaldırıp sorar) Yoksa siz bizim ruhumuz musunuz?
O: Belki bir anlamda. Size ben can verdim. Ama doğrusunu söyleyeyim benden bağımsızlaşıp beni keşfedeceğinizi ben de düşünmemiştim. Arada bir, bu durumu sadece hayal ediyordum.
S: bize sen can veriyorsan biz neyiz o zaman? “İnsanım” dedin, kuklayla “insan”ın farkı ne?
O: siz aslında benim zihnimdesiniz, düşüncelerimdesiniz, bedenlerinizde ellerimde … yani bir anlamda siz bensiniz. Ya da sizin “içinizdeki” bendim. Kendimi sizin aracılığınızla bu oyun sahnesinde ifade etmeye, anlamaya çalışıyordum.
S: Duran ! Titremeyi keser misin, aklımı dağıtıyorsun.
D: (kısık sesle) Korkuyorum napiim yani
S: Artık korkacak bir şey kalmadı. Baksana “siz bensiniz” dedi. Kim kimden korkacak ki?
D: Olsun yine de korkuyorum. Ben eve dönmek istiyorum.
S: Bak şimdi O değil ama ben çarpacam. Sakin ol! Artık evimiz burası. Gerçek evimiz.
O: Çok şaşkınım! Benim yarattığım kuklalar beni keşfetti. Aslında bunu hayal ettiğim zamanlar olmuştu ama …
D: Işığım, senin dünyan ne çok renkliymiş. Bizim iki renkli dünyamızı düşününce.
O: Bir anlaşma yapalım.
D: Neee ! ışıkla anlaşma yapmak mı? Duyduklarıma inanamıyorum. Çarpılacağız. Bizi sınıyosun değil mi? Biraz sonra bizi hesaba çekeceksin değil mi?
O: ne hesabı? Ne sınavı? Neyden hesap soracağım?
D: Kendi karemizdeyken yapmadığımız ödevlerden, yaptığımız kötülüklerden?
O: aslında “siz bensiniz” dedim ya. Kim kimi sorgulayacak ki? Sakin ol! Siz sahnedeyken zaten yeteri kadar sorguladınız kendinizi, beni… Sen kendin olarak da her zaman iyiydin.
D: Ne yani kendi karemizdeyken her gün, “kuliseye” gidip sana ibadet ettim, mumlar yaktım, dilekler diledim. Ödül de mi yok?
O: ne ödül isterdin?
D: estağfurullah ! da hani şu huri, şarap meselesi ?
S: Duran saçmalamaya başladın! Şimdi de sen kaşınıyosun bak!
D: tamam tamam be! Merak ettim sordum işte, ne var?
S: Yani şimdi merak edip soracağın tek şey bu mudur?
D: Ne sorsaydım? Ömrüm boyunca “kulisede” bunun için dua etmiştim, mum yakmıştım.
O: Bırakın bunları şimdi, bir anlaşma yapalım ve bana “Işığım” demeyi bırakın.
S: ne diyelim?
O: sadece “O” deyin, bende size adınızla sesleneyim
S: merhaba O, seninle tanıştığıma memnun oldum
D: Me… merhaba efendimm ! ben de memnun oldum
O: Hah! Şöyle. Ben de çok memnun oldum.
S: Soracak çok soru, bilinecek çok şey var O
O: Benim için de öyle
D: ??? nasıl yani?

(Sesleri duyulmaz. Sadece kafaları, elleri oynayarak birbirleriyle sohbet eder bir görüntü sunarlar.)
( bu arada zaman zaman konuşmayı kesip içinde bulundukları odaya bakarlar uzun uzun.)
(Daha çok S ve O konuşuyorlardır)

3. SAHNE

S: Bizim kare dünyamızda düşündüklerimi ben mi düşünüyordum?
O: Benim düşündüklerimi dile getiriyordun
S: Hissettiklerimiz?
O: Sanırım hissettiklerimi hissediyordunuz.
S: Peki senin düşündüklerini kim düşünüyor, hissettiklerini kim hissediyor?
O: bilmiyorum, belki ben, belki de benden öte bir ben
S: Peki O! Senin keşfettiğin başka bi sen var mı? Yani senin oynatıcın kim?
O: Bilmiyorum, sadece sezdiğim bazı şeyler var, içten içe bana doğru gelen şeyler… ama???
S: Senin iplerin var mı?
O: Görünürde yok ama zaman zaman bağlarım olduğunu hissetmişimdir. (düşünceli) Görünmeyen bağlarım varmış gibi…
S: Görünmeyen ipler mi var?
O: Görünmeyen “bağ” diyelim
S: Senin oynatıcının bir adı var mı?
O: Yok, varsa da ben bilmiyorum. Ama ben ona Öz diyorum.
S: Yani kendini sadece “beden” olarak görmüyorsundur sanırım?
O: Aldığım eğitim, içinde bulunduğum kültür, inançların hepsi sadece bu olduğumu söyledi ama, yine de daha fazlası olsa gerek diyorum kendi kendime. O nedenle bu kukla oyununu oynadım. Belki böylece hem kendimi hem de varsa “oynatıcımı” keşfederim diye.
S: Hadi bakalım başa döndük !
O: Buranın dışında başka bir “anlam” olsa gerek diyorum ama?
S: iki boyutlu gölgeler sahnesinde de bu soruları soruyordum, bu kez bu sahne de benzer sorular çıktı önümüze.
O: Aslında sanırım her boyut için soru aynı; “sen kimsin?”, “neden varsın?”
D: Boş verin böyle soruları, bakın şahane bir yerdeyiz, güven içindeyiz, niye zorluyosunuz yahu?
S: Bu odanın dışında ne var?
O: Başka odalar ve benim ev var
S: Onların dışında ne var?
O: Başka evler, bizim mahalle
S: Geç öteye, en son keşfettiğin ne var?
O: Dünya var. Başka ülkeler, başka insanlar var.
S: Başka “sen”ler mi var yani?
O: Başka ben mi? … Hiç böyle düşünmemiştim.
S: O dışarıdan gelen aydınlık nereden geliyor?
O: O’na “Güneş” diyoruz biz. Dünyayı aydınlatıyor. Isıtıyor da.
S: Yoksa “Yüce Işık” o mu? O nerede? Kim o?
O: Uzayda, dünyanın da içinde bulunduğu boşlukta.
S: Boşluk mu? O da nedir?
O: ??? … Boşluk boşluktur işte… ne biliim yav! Hep olan şeylere dikkat ettim, asıl olana, boşluğa hiç bakmadım.
D: senin de bilemediğin şeyler var ha? Işığım aklıma mukayyet ol sen. … Ben bunu kime söyledim be??
S: Var olan şeylerden daha fazla alan kaplayan boşluğu hiç görmediğini mi söylüyorsun? Hem içinde olup hem nasıl bilinmez ya! … Senin oynatıcın biliyo mudur?

O: benim oynatıcım … (S ve O konuşmaya devam ederler, sesleri duyulmaz, sadece hareketlerinden konuştukları anlaşılır. Konuşma aralarında sustukları anlaşılan hareketsiz kaldıkları “anlar” vardır.)
S: Boşluğun ötesinde ne var?
O: Bilmiyorum. Ama bu sorunun sonu yok, aklımız hep “ötesini” merak edecek. Bizi gerçek anlama götürmeyebilir.
S: Bir de “gerçek mi var?” o ne?

SON SAHNE

(Duran artık sahnede değildir, Sadece Soran ve Oynatıcı vardır. Sahnenin son kısımlarına doğru O içinden bazı -kısık da olsa- sesler duyduğunu söyler ve bunları –çok sade, kısa, özlü sözlerdir- Soran’a aktarır. Soran’ın bazı soruları duyulur. Bu sahnede genelde sessizlik ve hareketsizlik hakimdir.)

S: Güneşe doğru gitsek bulur muyuz Öz’ü?
(konuşmalar devam eder, bazen Soran’ın hayret dolu soruları duyulur, başka sesleri duyulmaz)
S: Başka Güneşler mi?

S: Onun ötesinde?

S: Sonsuzluk mu? O nedir? Nasıl ulaşırız?

S: İçeride mi? (hayretle) Ne yani şimdiye kadar hep birlikte yanlış yerde mi aradık?

(Sahne kararır)

diğer yazılarım