… Rüzgarın üzerinde giden nefesiniz,
elbet bulacaktır süzülecek bir göğüs.
Kimin göğsü olduğunu sormayın bana.
Sadece bakın, nefesin temiz olup olmadığına
Ağzınızdan çıkan sözcük,
mutlaka bulacaktır kendini dinleyecek bir kulak.
Kimin kulağı olduğunu sormayın bana.
Sadece bakın, o sözün özgürlüğün gerçek habercisi olup olmadığına…
Mikhail Naimy – Mirdad’ın Kitabı
EVE DÖNÜŞ
Tüm yolculukların sadece “bir kerelik” olduğunu, aynı yolculuğa iki kere gidemediğini, hiçbir zaman aynı yolculuğu ikinci kez yapamadığını anlıyor insan… Aynı ülkeye, şehre, mekana tekrar tekrar gitse bile.
Bir video kameram var. Belleğime güvenemediğimden mi ? gördüklerimi, yaşadıklarımı daha sonra dostlarımla paylaşmak isteği mi ? ya da gördüklerime sahip olma isteği veya bir zaman gelip anılarla yaşamaya başladığım günlere sermaye biriktirmek için mi ? … bilmiyorum . Nasıl yorumlanırsa hepsinde de doğruluk payı olacaktır. Kimi yolculuklarımda bu kamerayı da yanıma alırım. Kameranın bir “snapshot” düğmesi var. Bu butona basıldığında o anda akan görüntüyü beş saniye süreyle “dondurur”, o görüntünün fotoğrafını çeker. Değişen, akıp giden – ya da öyle zannettiğimiz – yaşamı dondurup, durdurup öyle saklar – tıpkı zihnimiz gibi – Bilirsin ki, o görüntü artık “bir defalıktır”. O görüntüdeki her şey belki hiçbir zaman bir daha aynı biçimde, aynı zamanda, aynı ya da farklı mekanda gerçekleşmeyecek. O görüntü sanki sadece senin için yapılmış değerli bir tablodur artık. Sadece senin “tanıklığına” sunulmuş. Düşünsene! diyorum kendime, bırak aynı yaşamı, bir yaşam içindeki en küçük “an”lar bile sadece bir kerelik ve sadece o anlıktır ve sana sunulmuş eşi benzeri olmayan bir armağandır. Bir de “insanı” düşün, bir tablodan çok daha değerli, bir anlık ve eşsiz değil mi ? sadece, sadece bu bile “sevgiye değer” kılıyor insanı… İnsana ve yaşama ilişkin tüm kabullerimi, yargılarımı, yorumlarımı terk etmeye niyet ediyorum… “Yaşam kendini tekrarlamazken sen neden kendini tekrar etmekte ısrar ediyorsun?” diyen yanımın sesi daha gür duyulur olmaya başlıyor.
… Ve eve dönüyorum, tüm yüreklerin buluştuğu yeri özleyerek…
Eve dönüşte bir boşluk duygusu kaplar insanın içini. Düşlerin, düşüncelerin, anlayışın, inancın – sınırların – genişlemiştir. Bildiklerin, bildiğini zannettiklerin varlığına küçük gelir. Bazı yolculuklar ancak eve döndüğünde anlaşılabilir, anlamlandırılabilir. Hatta pek çok insan bu yöntemi kullanır fark etmeden. Yolculuk sırasında insan, gözler, kaydeder, toplar, biriktirir. Bu kaydettikleri, biriktirdikleri ancak eve döndüğünde ve kendine uygun bir sessizlik zamanı ayırdığında hazmedilmeye başlar. Tabii bazı kişiler için bu hazım süreci biraz “buruk” bir süreçtir. Daha öncesinde “hayal” ettiği ülke artık “görülmüştür” damgası yemiştir zihninde. Hayalindeki canlı renkler, anılardaki soluk renklere dönüşür. Arayan, soran, merak eden kimliğin, artık “bilen” kimliğine dönüşmeye başlar. Bilen yanın ağır bastıkça, ister istemez hayal kuran, soru soran, merak eden yanın azalmaya başlar. Kimden, nereden duydum, yoksa duymadım da ben mi uydurdum bilemediğim bir söz ; “ bir şeye sahip olma hayalinin verdiği haz o şeye sahip olmanın verdiği hazdan daha fazladır”. Yani bir ülkeye gitme hayali, o ülkeye gitmekten daha lezzetli gelebilir. İşte insan hayal edip gittiği ülkeden döndüğünde o lezzetin kaybolduğunu hisseder. Ancak “yaşanmışlık” vitaminini de varlığında barındırıyordur artık. Yine de “hayal etmek bilmekten daha değerlidir” diyen yanın başka gerçeklikleri keşfetmen için sana cesaret verir, yeni hayallerine alan açar, “sen” alanını genişletir.
Düşlerinin, düşüncelerinin, sınırlarının genişlemesi önemli bir ferahlık duygusu verir insana, yanında yalnızlık duygusuyla birlikte. Önce mekanı sonra zamanı ve giderek “kendini” aştığını hissedersin. Ulaştığın yeni gerçeklikte, bulunduğun yerde daha az sayıda kişi var gibi gelir … Sonra… yolculuğu ya da kendi duygularını, düşüncelerini, gözlemlerini hazmetmeye başladığında “ne tenha kalır ne yalnızlığın”. Bütün dünya evindir artık, giderek bütün evren. yalnızlığın kalmaz, sana 50 cent’lik deniz kabuğu satmaya çalışan zenci çocuk giriverir hayatına veya Çinli utangaç müzisyen ya da mitolojilerden fırlamış gülüşüyle yerli kadın … ve artık hiç çıkmaz. Birde bakarsın artık her yerdesindir, herkesle, her şeyle “bir” olmuşsundur, Bir’likte yaşama niyetiyle dolmuşsundur. Yaşamındaki canlı cansız her şey anların ötesinden sana bakar gülümser. Sende gülümsersin. O anda yalnız olduğun düşüncesi bir daha gelmemek üzere silinir hayatından – ama annen oğlu/kızı yalnız yaşadığı için üzülmeye devam eder –
Yolculuk dönüşünde “bulma” isteğinden vazgeçtiğini ama “aramak”tan vazgeçemeyeceğini anlarsın. “Bulmak” dediğin “son” belki de, aramayı bıraktığın yer, durmak, yerleşmek, umutları bitirmek, kendini kapatmak, yosun tutmak, karaya oturmak, “ben”in sınırlarına hapsolmak, sonsuzluğun kapısını kapatmak… Oysa “aramak”, her an gerçeği keşfetmek, her an kendini keşfetmek, her an insanı, her an yaşamı keşfetmek, yeni yolculuklar düşlemek, yeniden başlamak cesareti, ümit etmek, yaşama tanık olmak, yaşamla dost olmak, ya da sadece “Olmak” …
Görünmezi görünür kılmak,
bilinmezi bilinir kılmak,
duyulmazı duyulur kılmak,
sonsuzu gerçek kılmak,
ya da…
hep yollarda olmak
ve
yolda ol’mak…
Düşlerin, düşüncelerin, hissettiklerinle öğrendiklerin yaşamına sindiğinde yeni yolculuklar özlersin. Her varış yeni yolculukların başlangıcıdır dedik ya, çantanı, kafanı ve yüreğini yeniden açarsın, hazırlıklara başlarsın… Bakalım bu kez yaşamın -ya da kendimin- hangi yüzüyle karşılaşacağız dersin. Yeni yerler, yeni kendin, biraz daha küçültmeyi düşündüğün evren seni çeker… anlıkta olsa küçük parçalarını gördüğün tablonun bütününü görme cesaret ve niyeti ile dolarsın…
Yollarda karşılaştığın tüm varlıklara mavi mavi gülümsersin içinden, onlarda sana gülümser kendi renginde … kim bilir ?
“ Batıya döndüğünde oradakilere de anlatacak mısın bütün bunları ? ”
“ Ben konuşur, konuşurum” der Marco, “ama dinleyen, duymak istediğini duyar yalnızca… konuşmaya yön veren şey ses değil; kulaktır. “
– Italo Calvino, görünmez kentler –
(kulağa ise anılar ve arzular yön verir )