single-image

Yolculuk Notları – Altı

Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
-Mevlana-

 * İlk bakışta öyle değilmiş gibi algılansa da, yolculuklarım sırasında not defterlerime aldığım notlar bir başkasına bir şeyler anlatmak, ders vermek amacıyla yazılmış notlar değil. Uzun yolculuklar, o yolculuklarda tanık oldukları, tanıdıkları, gözledikleri, özellikle “diğer” hayatlar insanın haddini bilmesini de sağlıyor. Notlar kendime, ama sadece kendime yaptığım hatırlatma notları, en fazla samimi bir arkadaşımla yaptığım bir sohbet olarak görülmeli. Gezdiği ülkeleri, mekanları çok başarıyla anlatan güzel gezgin insanlar var. Onların yazdıklarını her zaman çok keyifle, sanki kendim de oradaymışım gibi bir “empatiyle” okuyorum, çektikleri fotoğrafları hayranlık ve takdirle izliyorum. Yapmaya çalıştığım şey daha çok gittiğim ülkeleri anlatmak değil, kendimde gözlediğim, keşfettiğim gerçekleri, değişimi, duyguları, düşünceleri kısaca kendi iç yolculuğumu not etmeye çalışıyorum. Hem dünya üzerinde bir mekanı gezmeye, hem kendi varlık anlamım içinde keşifler yapmaya çaba gösteriyorum. Yapmaya çalıştığım aynı anda iki yolculuğu da gerçekleştirmek. Bunu yaparken de birinin diğerinin anlamını kaybettirmemesine özen göstermek. El yazısı notlarım içerideki yolculuğuma, çektiğim fotoğraflarsa dışarıdaki yolculuğuma tanıklık ediyor. Dünyaya, hayata bir iz bırakma isteği mi? Yoksa dünyanın ya da hayatın bende bıraktığı iz mi? Kim bilir?

* İnsan aynı anda iki yolculuk yapabilir mi? Evet ! yapabilirmiş, hatta yapmalıymış da. İnsan hem dünyayı, evreni keşif yolculuğu, hem de kendini keşif yolculuğu yapabilir. Aslında biraz dikkatli bakıldığında dünyanın senin kendine olan yolculuğun için bir alan olduğunu anlayabilir insan. Aslında tek bir yolculuk olduğunu, diğer tüm yolculukların bu, asıl yolculuğa hizmet ya da işaret ettiğini anlayabilir insan. Her yolculuk gibi insanın kendine olan yolculuğu da bilincinizi yükseltiyorsa, sınırlarınız aşmanızı sağlıyorsa zevkli, eğlenceli, bilinçsizce yapılıyorsa bir o kadar zor ve sıkıntılıdır. … Dış yolculuklarda olduğu gibi iç yolculuklarda da insan pek çok etap, durak, sınır geçer. Bir durakta fazlaca vakit geçirmek, insana yolu da yolculuğu da unutturabilir. Bir aşamada, durakta fazlaca kalındığında hiç hareket edilmediği halde, bulunulan yerin (ya da gerçekliğin) hazzına kapılabilir insan, yolculuk yaptığı zannına kapılabilir.

* Her çıkılan yolculukta “dönüşünüz” kendinizedir. Her “dış” yolculuk insanın kendine dönüşünün bir simülasyonu gibidir.

* Pek çok insan dünyayı gezmek, keşfetmek istiyor, ancak pek az insan  kendini keşfetme isteğini güçlü hissedebiliyor. Dünyayı keşfetme isteği acaba insanın kendini keşfetme arzusunun tercümesi olabilir mi? Dünyayı gezememenin genel mazereti “yeterli mali gücünün olmaması“. Oysa mali durumu iyi olan pek çok kişi bu isteği ya duymuyor ya da gerçekleştiremiyor. Acaba kendini keşfetme yolculuğuna çıkmamanın ne gibi bir “mazereti” olabilir ki?

* Yolculuklar sizi mahallenizdeki yalnızlıktan kurtarma olanağı sağlar. Sizin hem “içinizdeki”, hem “dışınızdaki” dünyayla tanışma fırsatı verir. Başka seslere, renklere ulaşmanızı sağlar. Eğer mahallenizi ve oradaki yalnızlığınızı yanınızda götürme eğiliminde değilseniz…

 * Koştur koştur yapılan yolculuklarda bir an durup, sakince gözlemci konumuna geçebilirseniz… yargısız, yorumsuz, filtresiz gözleyebilirseniz doğanın, varoluşun mucizesine tanık olursunuz. Canlı, cansız her bir varlığın “kendi olma” serüvenine tanık olursunuz. Yaşam denilen renkliliğin, çeşitliliğin mucize ifadesine tanık olma hatta ortak olma şansı yakalarsınız.

* Yolculuk (özellikle bir deniz aracı ve motosiklet ile yapılan yolculuklar) kişiye daha fazla an’da bulunma olanağı sağlar. Bu nedenle “unutulmazdır”, “keyiflidir”. Size yeniden çocuksu bir heyecan, hayret etme, hayranlık duyma, takdir etme yeteneklerinizi hatırlatır. Aslında “unutulmaz” ve “keyifli” olan şey yolculuk veya aracı değil, an’da olma halidir. Anıların ya da kaygıların artık zihninizde yer bulmadığı durumdur.

Bu anları yeterince içselleştirirse insan, her bir canlının kendi olmasına, kendi olma çabasına hoşgörü, ama en çok da saygı geliştirirsiniz.  Başarılı bir yolculukta kendinizle, dünyayla ve dünyanın barındırdığı  her şeyle barış duygusunu canlı olarak yaşarsınız.

* Yolculukta kimi zaman öyle resimlerle, görüntülerle, kişilerle, ilişkilerle karşılaşırsınız ki, sadece o an’a, o görüntüye şahit olmak bile dünyada bulunmanıza değer olduğu hissi uyandırır. Yaşam denilen mucizenin tanığı, hatta parçası olmanın olağanüstü hazzını tadarsınız.

Bilinciniz ne ise “ben”iniz odur. Ben’iniz ne ise dünyanız da odur…
Eğer ben’iniz tek ise dünyanızda tektir; işte o zaman cennetin ev sahipleri
ve dünyanın kiracıları ile ebedi bir barış içindesinizdir. 
…Ey efendiler! Ben’inizdeki çatlağı onarın ki siz kendinizle,
insanoğluyla, tüm kainatla barış içinde yaşayabilesiniz…
Mikhail Naimy – Mirdad’ın Kitabı

* Her yolculuk dünyanızı genişletir. Dans eder gibi yürüyen zenci kadın, sepet ören Vietnamlı yaşlı, Çinli sokak müzisyeni, size yerel ürünler satmaya çalışan Hintli bir satıcı, teknenizin yanında oynaşan yunuslar, tepenizde dolaşan martılar, hatta pasaportunuzu kontrol eden gümrük memuru bile, herkes, her şey tüm kurnazlığıyla, tüm masumiyetiyle, tüm ifadesiyle, tüm tercihleriyle, tüm renkleriyle bir daha çıkmamacasına artık sizin dünyanızda yerlerini alır.  Büyürsünüz, genişlersiniz. Giderek dünyayı içinize alırsınız. Artık siz dünyanın içinde değil dünyanın sizin içinizde olduğunu hissedersiniz. Her rengiyle dünyayı taşırsınız. Ve farkına varırsınız ki aslında (farkında olsun ya da olmasın) herkes dünyayı içinde taşımaktadır. Her bir canlı bir koca dünyadır. Hatta farkındalık düzeyinizle doğru orantılı olarak her bir varlığın bir evren olduğunu anlarsınız. Sadece bu nedenle bile her bir canlının varlığının saygıdeğer olduğunu anlarsınız.

* Her şey şu anda güzeldir. “Eskiden her şey ne güzeldi” Bulunduğu yerde bulunmaktan pek şikayet etmeyen kişinin sözüdür. Bunu söyleyen  insanın işi değildir kendini bulmak, kendisinin yeni yönlerini, yüzlerini, anlamlarını bulmak. Önce kendisiyle ilişkisini iyi tutmalı insan, sonra yaşadığı her an’ın değerini bilmeli. Bu tutumun ne denli kıymetli olduğunu zamanla anlayabilecektir. Yoksa hayat tekrarlardan ibaret bir hale geliverir. Yol aldığını zanneden kişi aynı yerde, bir daire etrafında döndüğünü anlamayabilir.

* Şehirlerin de kokuları, duyguları, renkleri var sanki.

Üzgün şehirler, yorgun şehirler, bezgin şehirler, neşeli, mutlu şehirler, mütevazi şehirler, şımarık şehirler, kasvetli şehirler, renkli şehirler… aşk kokan şehirler, para kokan şehirler, aydınlık şehirler, karanlık şehirler… ama ille de hepsi hayat kokar. Kimisi ilk bakışta, kimisi dikkatli baktığınızda hayata ilişkin kendi rengini, kokusunu, kimliğini, kişiliğini sunar size.

* Yolculuğa çıkan birisi az konuşup daha fazla dinlemeye ve gözlem yapmaya başlıyor. Verilmiş yanıtlarla yetinmemeye başlıyor.

* Her yolculuk her zaman yolunda gitmeyebilir. Hayatınızda pek çok şey “yolunda” gitmiyorsa, belki sizin hayat içindeki yol alışınızda bir yanlış vardır. Bu ihtimali göz önünde tutmakta yarar var. Çünkü hayat bazen arzu ettiğiniz şeyleri yolunuzdan çekerek veya zorlayıcı kişi ya da durumları yolunuza çıkararak “hayat rotanızı” düzeltmenizi istiyor olabilir. Düşüncelerinizi, davranışlarınızı, yaklaşımınızı, inançlarınızı hayatın gerçeği ile uyumlamanız gerektiğini hatırlatıyor olabilir.

YOLA ÇIKARKEN YANIMA NE ALSAM?

İnsan yolculuğa bedeninden önce düşüncesiyle, zihninde çıkar. Bunu en iyi yolculuk öncesi çanta hazırlarken anlayabilirsiniz. Çantanızı hazırlarken yolculuğunuz başlamıştır. Çantanıza ne koyduğunuz, ne kadar doldurduğunuz yaklaşık olarak yolculuğunuz hakkında bir fikir verebilir. Kimileri gerçekten taşımakta zorlandığı yükle çıkar yola. Bu çantasıyla birlikte kafasının da çok dolu olduğuna gösterge olabilir. İnsan daha rafine hale geldikçe taşıdığı yükler de azalıyor.

* Bir yolculukta “olmazsa olmazları” ve ” olursa olmazları” zamanla ayırt edebilmeyi öğreniyor insan. O zamana dek ne kadar çok gereksiz olan şeyleri taşıyoruz, gerekli olanları almıyoruz, hem çantamıza hem hayatımıza. Sanırım bunu anlama haline “tecrübe” deniyor.

* Eğer gittiğiniz ülkenin dilini bilmiyorsanız ya da iletişim kurabileceğiniz ortak dile de yeteri kadar hakim değilseniz, tüm duyularınız maksimum kapasiteyle çalışır. Onu anlamak ve kendiniz anlatmak için tüm mimik, duygu, hatta çizgi ve kelime dağarcığınızda ne varsa ortaya çıkarmaya çalışırsınız. Bir anlamda anlamaya ve anlaşılmaya zorlarsınız kendinizi. İşte insanın kendinin daha derinine yaptığı yolculuğunda da neredeyse aynı şey başına gelir. En çok kullanmaya alıştığımız zihnimiz yetmeyince kalbimizi dinlemeyi öğrenmeye zorlar bu ilişki… Kısıtlanmış, daraltılmış, öğretilmiş şeyleri işlemeye alıştırılmış zihnimizin kullandığı dil,  sonsuz sınırsız kendimizi anlamak için yeterli olmadığını anlarız. Çünkü o sonsuz yanımız, ancak kalbimizin anlayacağı dille konuşur ve gerçekleri fısıldar. Antoine de Saint-Exupéry’in Küçük Prens kitabında Tilki’nin küçük prense söylediği gibi; “insan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”  Ya “kalpçeyi” öğreneceğiz ve zihnimiz o dili doğru tercüme etmeyi öğrenecek ya da sadece uzaktan bir birimize bakıp gülümseyeceğiz. Yine de bilmekte yarar var; “fazla naz aşık usandırır”, sadece gülümseyerek ve uzaktan bakışarak da kendinizi tanımanız mümkün olmayabilir.

* Bazı yolculuklar size “sonsuzluk” hissi (tadı) verir. (her ne kadar sözlükler sonsuzluğun tanımını: ölçülemeyecek büyüklük veya küçüklük olarak verse de, elbette bundan daha fazla anlam ve derinlik içerir.) Zihnin sonsuzun dilini anlamak için oluşturulmuş yeterli bir araç olmadığını sanıyorum. O edinilmiş bilgileri ölçmek, kategorize etmek, uygun anlam raflarına yerleştirmek üzere tasarlanmış, olanakları sınırlı bir araç. Ancak geçmiş ya da sonradan edinilmiş bilgiyi işleyebiliyor. Misal; “ne kadar sonsuzum?” ya da ” sonsuzluğu ne kadar yaşayabiliyorum?”  anlamsız sorusunu ancak zihin sorabilir. Ölçmeye kabiliyeti olmadığı, kapasitesi yetmediği sonsuzluğu sadece zihinle anlamak/algılamak neredeyse imkansız gibidir bence. Çünkü verebileceği yanıtlar yapısı gereği hep sınırlı ve eksik olacaktır. Bunun için daima “şimdide, şimdiki zamanda” konuşan ve o anda var olabilen kalbin dilini bir an önce öğrenmeli insan. Ve elbette bu dili doğru tercüme edebilecek bir sınırsız aklı geliştirmeli. Belki bu nedenle büyük yaşam ustaları gerçeğe ulaşmak arzusunda olan öğrencilerine “önce zihnini susturmayı”, kendi zihni üzerinde hakimiyet kurmasını ve hayatlarından “olmaz” sözcüğünü çıkarmayı tavsiye ederler. … Aklı reddetmek değil söz ettiklerim. Zihin denilen işlemcinin kapasitesini artırmak, sınırlarını genişletmek. Akıl ve aklın ürettiklerini hayata aktaracak zihin yoksa “bir depo dolusu” bilginin de bir anlamı olamayacaktır. Bilgiyi işleyebilecek yetenekte bir zihin yoksa “kendini bil” sözünün açtığı yolu nasıl yürüyebilir ki insan? Varlığınız sonsuz bir okyanussa eğer, bu sonsuzluğu keşfetme yolunda olan, “ben” denilen geminin motoru kuşkusuz akıldır. Bir çeşit “dekoder”, kod çözücü. Bu çözülmüş bilgiyi (gücü) hayata aktaran araç da zihin olsa gerek. Otomobillerdeki şaft ve diferansiyel gibi. Kalbiniz, aklınız ve zihniniz ne kadar uyumlu olursa hayat yolculuğunuz da o kadar rahat ve sorunsuz olacaktır.

* İçsel yolculuğun bir aşamasında bir tabela “kendini bil” der, başka bir tabela “kendini sil” der üstelik her ikisi de aynı yönü gösterir. Kafanız karışmasın yolculuğun farklı aşamalarını ifade eder…

-Devam Edecek-

diğer yazılarım