single-image

Zihnimin Kenarı

Bu konuda ne hissettin ?  Korku !
Şu konuda ne hissettin ? Huzur !
Peki falan konuda ne hissediyorsun ? Kaygı hissediyorum efendim !!
Fişmekan olduğunda neler hissedersin ? biraz sevinç üzerine rendelenmiş endişe
Filan durumda ne hissettin acaba ? Zihin hazretlerince, o durumlarda hissedilen duygu henüz tanımlanmadı, bu nedenle bir şey hissedemedim efendim !

Hep tanımlanmış duyguları varsaydık ve yaşadığımızı düşündük. O duygular; tanımlanmış, sınıflanmış, kendi odalarına hapsedilmiş ve birbirinden bağımsız, bağlantısız duygular gibi verildi zihnimizce. Oysa onlar bizde işlemeye başladığında, diğer duygu veya inançlarımızla etkileşimleriyle anlamlı, anlaşılır olabilir gibi geliyor. Eh! Her yiğidin bir duygu yiyişi var. Belki bu nedenle tarif edilmiş duygular dışında bir şeyler duyumsayan, yaşayan insanlar duygularını dile getirmekte zorlanıyor. Üstüne bir de duygularımız bizdeyken ve gittikten sonra bıraktığı izler var ki buna girersek zihin isyanı başlar.

Sanırım insanlığın yeni tanımlara değil daha çok bir “tanımsızlığa” ihtiyacı var. Eh! Bu da başka bir tanıma doğru gidiş demektir. Ama sanırım “şimdi yeni şeyler söylemek lazım”. Durumlar ve durumlara uygun tanımlar tarafından esir alındık, tanımlanmış düşünceler, duygular, inançlar, ideolojiler ne varsa ter ve kirden katılaşmış elbiseler gibi sıktı bedenimizi, boğazımızı, bilincimizi. Özgürleşme zamanı geldi. O tanımlanmış, bir şeyden kurtulmaya dayanan “sözgürlük” değil, yeni ama gerçek yeni bir anlamı olan özgürlük olmalı. Kurumların, kuralların, inançların efendiliğine ihtiyaç duymayan, varlık halinin gereği, gereksinimi olan, insanın kendisinin kendi efendisi olduğu özgürlük.

Gözlerini kapat. Çiçek dolu bir bahçede dolaştığını hayal et.
Ettim efendim.
Orada çok güzel çiçekler var, görebiliyor musun?
Pek çok çiçek görüyorum efendim.
Bir tanesi senin çiçeğin. Nasıl bir çiçek?

O çiçeği gördüm. (neden benim çiçeğim olsun ki? Kendisi olarak da çok güzeldi) Bir rengi yoktu diyemem, bir rengi vardı da diyemem. Renkleri vardı ve o renkler henüz isimlendirilmemiş renklerdi. Sekiz rengin ve birleşimlerinin oluşturduğu bir renk değildi bu. Yepyeni, bambaşka renkler. İsim veremedim o renklere… belki yeni isimler gerektiği ve ben bu isimleri bilemediğim için rengini tanımlayamadım. Bilinç alanında tanımlanmış renkler var ve her şeyi bu renklerle veya bunların birleşimleriyle tanıyorum, oysa “bilinçaltımca” bildiğim gördüğüm pek çok renk var, henüz zihnin tanımlamadığı, bilemediği, sadece onları tek tip tanımladığı” renkler. Ama başka renkler… belki yeni isimler bulmak gerekecek. Zihnin bildiği  renklerden yola çıkarak ve ondan bağımsız isimler vermek gerekecek. Kimbilir ? bazıları “moruncu”, “sarmızı”, “beyşil” veya “somuaz”.

Ne renkti?
Turpemaz rengindeydi efendim
?
Biçimi nasıldı?
Bir biçimi yoktu efendim. Sadece kendisi gibiydi.
?
Nasıl görünüyordu?
“Değişgen” ama iç açılarını ölçemedim efendim.
Deli misin?
Hayır efendim. Sadece sizin gördüklerinizden daha fazlasını görüyorum. Anlatamıyorum.
Tamam! Gözlerini açabilirsin.
Hangilerini efendim? Her üçünü de mi?
?

Bilinçaltının gözü daha çok renk algılıyor. Ama zihin o renkleri kendi “diliyle” tanımlama eğiliminde. Çünkü o sekiz rengin dışında renk onun için “yok” hükmünde.

Üzgünken algıladığımız kırmızı ile sevinçli-üzgünken algıladığımız kırmızı aynı kırmızı mı ?  zihin için evet ! hepsi kırmızı…

peki neden “aşk”ın rengi beyazla sakinleştirilmiş kırmızıdır, yani pembedir? neden onun “bambaşka” bir rengi olduğunu söyleyemez zihin ?

Aydınlanmanın rengi hep beyazdır, korkunun rengi siyahtır nedense,

Bilinç bunların renklerinin isimlerini bilmez ki, elinde tanımlanmış ne renk varsa onun içine oturtur her şeyi… içinde bulunduğumuz ruh hali, zihnimizin penceresinin renklerini oluşturuyor olamaz mı ?

işte o çiçeği gördüğümde onun rengi tanımlanmış renklerin dışındaydı, ama bir ismi yoktu ondaki renklerin.

o anda zihnim uygun bir dil “uyduramadığı” için bunları paylaşamadım …

Bende oluşturduğu duyguları tanımlamakta da benzer zorluğu yaşadım. Yazdım ben de. Yazdım ama yirmi dokuz harf dışında başka seçenek yoktu. Neyse bu da bir şey. Ya on harfle sınırlasaydı. Sadece zihin değil ki, dil de hapsediyor insanı. İç içe, kat kat hapishane.

Neredeyse her durum için hep tek çeşit, tek porsiyon duygular. Eğer tanımlanmadıysa “yok”tur. Ya da sen kendini bilmiyorsun, o aslında … duygusudur ! Ya da…

Oysa duygularda “çiğ köfte “ gibi gelir bana.

Bir çiğ köfte içinde kıyma, bulgur, salça (salçanın içinde domates, güneş, ve az da olsa şeker var) ve , karabiber, tuz, kırmızı biber, su ve bilemediğim pek çok baharat… Bunların hepsi bir araya geldiğinde bambaşka bir isim ve özellik alır. Hepsinin uygun dozda ve karışımda bir araya geldiği, tamamıyla yeni bir “değer”, yeni bir “tat” ortaya çıkar. Hatta karışımındaki malzemenin oranına göre farklılaşan lezzetlere ulaşır. Gel gör ki zihin için çiğ köfte sadece bulgur veya kıyma ya da salça olarak, bilemedin köfte olarak tanımlanmalıdır. Ama ‘çiğ’.

Pek çok farklı duygu aynı durum içinde – zaman zaman sırayla, zaman zaman bir arada – tadılabilir. Hatta henüz bir isim, tanım içine “hapsedilmemiş” duygular ve onların koalisyonu neden aynı anda ve bir arada olamasın ki ?

Ama nedense “zihinoğluzihin” tanımlamak adına onu da siliyor, daraltıyor, indirgiyor, sıradanlaştırıyor, ve kelime haznesi kısır, kötü bir tercüman gibi  sadece “bir durum için bir duygu” “servisi” yapıyor. Böylece kendini özgürce ifade edemeyen, ‘bilinç’ haline gelemeyen “bilinçaltı” boğulmaya başlıyor. Bu kadar tanımın işgalindeyken ‘gerçek’ nasıl ortaya çıkabilir ki?

Bu durum sende hangi duyguyu oluşturdu ?
Seçenekleri sıralıyorum. Bunların içinden birini seç diyor zihin.
Korku
Kaygı
Endişe
Sevinç
Huzur
Mutluluk

Acaba birden fazla seçenek?
“hepsi”
ya da “daha fazlası”
veya benim hissettiğim duygu “bunların içinde değil” şıkkı yok mudur ?

Ama bu delilik!
Delilik mi? Hadi oradan! zihnimin kenarı. Ben kendimle çok ‘semuzutluyum’

 2004

 

 

Levent KENTER

diğer yazılarım