single-image

Dünya Durdu

Uzunca bir süre sonra dünya durdu ve sessizleşti.

Büyük insanlık ailesi eve kapandı. Kendi isteğiyle değil, görünürde bunu bir virüs başardı. Önemsiz, küçücük bir virüs insanlığın çılgın gidişine bir dur! Dedi, nereye gidiyorsunuz? Bu yol çıkmaz, yanlış yol. Önemsiz dediğime bakmayın çünkü yine uzun zamandır önemli olanla önemsiz olanın ayırdında değildik. Önemsiz şeyleri fazlaca önemsedik, önemli şeyleri fazlaca küçümsedik. İşte o önemsiz saydığımız bir virüs durmasını sağladı, insanlığın bazı şeyleri yeniden düşünmesine, fark etmesine fırsat vermek için evlerine hapsetti.

Bir zamandır ideolojilerin, inançların tacizine, tecavüzüne uğrayan insan toplulukları şimdilerde o ideolojilerin, inançların yıkılışına da tanık olmaya başladı. Uzun yıllar “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganıyla ‘insanlığı’ bırakıp yapabilecekleri her şeyi ‘yapan’, insanlığın üzerinden silidir gibi ‘geçen’ Liberalizm ve ‘kankası’ Kapitalizm denilen anlayışın da çöküşüne ve çaresizliğine tanık oluyoruz bu günlerde. Her mutsuz ilişkide olduğu gibi “benim istediğim olacak, benim kurallarım, benim standartlarım, benim inancım, benim değerlerim…” diye tek taraflı dayatan liberal düşünce terk edilmeye mahkum bir eş gibi görünüyordu. Eh ! boşanma kaçınılmazdı. Sözünde ‘özgürlük’, ‘eşitlik’, ‘kardeşlik’ diyen bu anlayış, eyleminde tüm bu değerleri yerle bir ettiğini gördük. O anlayış ki doğayı, ilişkileri, insan değerlerini yerle bir etmişti. Kurgusal bir hayatı, kendi doğrularını dayattı insana.

Ne de kolay kabullendik ve uyum sağladık o dayatılmış, kurgusal hayatlara, doğrulara.
O doğrular doğru yere götürmüyormuş. Geldiğimiz yerden anladık bunu.
“Sahip olma”nın bizi mutlu edeceğine inandırıldık. Etmiyormuş, etmedi.
“Mutlu olma” arzumuzu hep bir şeylere bağladığımızı anladık. Deniz suyu içmek gibiymiş.
“Haklı olma” hastalıklarımızı gördük.
İdeolojiler, inançlar değil ‘ölüm’ olasılığı eşitledi insanları.

Uygarlık bağışıklık sistemi sorunluydu, çöküşe gidiyordu. Çöktü de. Vicdanın, adaletin, saygının, eşitliğin, insan severliğin ve en önemlisi ‘güvenin’ uygarlık bağışıklık sistemimizin güçlü sermayesi olduğu unutmuştuk.

Bu ideolojiler tarafından kutsanan “birey”, bireycilik özgürleşmenin yakıtı olması gerekirken, ‘ben’lerimizi şişirdi, bireysel egolarımızı güçlendirdi. Yalnızlaştırdı, yabancılaştırdı. İnsandan, kendimizden, doğadan uzaklaştık.

Çocukları okullara,
insanları işyerlerine,
çiçekleri saksıya,
ağaçları parklara hapsettik.
Tohumlar toprağa değil betona düştü.

Meğer farkında olmadan kendimizi, insanlığı, doğayı öldürüyormuşuz. Şimdi elimizde kalan korkuyla biriktirdiklerimiz, kibrimiz, karanlığımız ve yalnızlığımızla öylece kalakaldık…

İnsan ölümsüzlüğü ararken ona ‘bir buçuk’ metrelik bir mesafede durduğunu fark ettik.  Ve önce utandık sonra “yeni” dünya nasıl olmalı, yeni insan ne olmalı, kendimizle, bir birimizle, doğayla, gerçekle ilişkilerimiz nasıl olmalı diye düşünmeye başladık. (en azından bir kısmımız, bu bile iyi bir başlangıç sayılabilir)

Bu zamanda başka bir şey daha fark ettik ki dünya halklarının çoğunluğunun ‘masum’ olduğunu. Bir çocuk masumiyeti taşıdığını. Bir çocuğun karanlıkta “öcü” ile korkutulması gibi bir korkuya benzer korkuyla izole ve paralize edilmiş hale geldiklerini gördük. Masumlar! Elbette bu korku deneyiminin ardından biraz daha “büyüyecekler”, karanlıktan çıkma cesaretini bulacaklar. “Öcü” yok ancak korkular gerçek. Korkunun aşılmak, başka bir kapıyı açmak için bir eşik olduğunu, başka seçeneklerin, başka bir dünyanın mümkün olduğunu görebilmek için var olduğunu anlayacaklar.

Işık varsa “öcü” yok.

Uzunca bir süre yüzlerine maske takarak dolaşacaklar. Bir hayat boyu takılan maskeleri görebilme fırsatını yakalayacaklarını umarak. Ellerini daha fazla temiz tutacaklar, kalplerini, zihinlerini de arı, duru, temiz tutmaları gerekliliğini anlayarak. Bir birlerinden uzak duracaklar, kendi varlıklarına daha fazla yakınlaşabilmek için. Bir buçuk metrelik ‘sosyal mesafeye’ dikkat edecekler, başka insanlarında kendileri olabilmelerine alan açmak için özgürlük mesafesini öğreneceklerini umarak. “Normale dönme” hayalleri kuracak pek çok kişi, o eski normalin sorunun asıl kaynağını oluşturduğunu anlamaları fazla uzun sürmemesini dileyerek.

Hayatın ironisi; ‘ölümcül’ bir virüs tekrar dirilmemize fırsat yarattı. İnsanların kafası karışık, kalpleri uykuda olduğundan bu “amok koşusunu” kendi durduramadı. Neyse ki imdadımıza yine doğa yetişti ve “dur” dedi. Bütün olduğumuzu, bizim gerçek doğamızın uyum, iş birliği, birlikte yaşamak, dayanışmak, yardımlaşmak olduğunu, “ötekinden” ayrı olmadığımızı, bir insana sarılmanın sahip olduğumuz pek çok şeyden daha değerli olduğunu gösterdi. Kendimiz, insanlığımız, uygarlığımız hakkındaki fikirlerimizin ne denli anlamsız, kof olduğunu gösterdi. Ayrılıkların, sanal (ve “zanal”) sınırların ne kadar anlamsız olduğunu da.

Şefkat, merhamet ve sevginin hayatı değerli kıldığını anlamaya başladık. Doğanın efendisi değil, eşit ortağı olduğumuzu anlama fırsatı açıldı önümüze. İnsan eve hapsolunca doğa nefes aldı. Umarım ki insan doğası da bir derin nefes alır. Daha insancıl yeni bir hayat için bu fırsatı kullanır.

Nisan 2020

diğer yazılarım